Evlilik/İlişki Sürecini Belirleyen Faktörler

İki yetişkin gün gelir birbirleriyle evlenmeye veya beraber yaşamaya karar verir. Niyet hep ayni; mutlu olmak! Büyük umutlar, heyecanlar....... Peki neden sürmez evliliklerin bir kısmı? Evliliklerde hangi dinamikler yer alır ve süreci neler etkiler ? Evlilik sorunları neden olur?

Kültürümüzdeki evlenme yöntemlerimize baktığımızda “görücü usulü“ ile ya da “flört ederek“ evlenmelerin yansıra hala günümüzde belli bir oranda devam eden “ailelerin mecbur tutması” ile yapılan evlilikler de söz konusudur. Evliliğe adim atma yöntemi nasıl olursa olsun, her durumun beraberinde getirdiği bazı dinamikler gerçekleşir. Evlilikte duygusal ve cinsel yaşamın önemli bir faktör olması sebebiyle, rızası olmadan zorla evlendirilenler için, evlilik süreci, daha bastan zor ve mutsuz koşullar yaratabilir. Bu kişilerin hayatları, onu evliliğe zorlayan kişiler tarafından (ki bu baba, amca, dayı, anne vb. olabilir) bir anlamda ipotek altına alınır. Özellikle 40 yaş ve üstü danışanlarımın bir kısmından sıkça su cümleleri duymaktayım; “Benim fikrim alınmadı bile“, “Zorla evlendirildim”, “Evet demek zorunda kaldım”. Tabi bu yaklaşıma maruz kalan kişilerin sıkça maruz kaldığı diğer bir cümle de “Bu evden gelinliğinle çıktın, ancak kefeninle geri dönebilirsin” yada “Kocan değil mi alttan al, idare et” vb. Günümüzde baskı ile evlenen bir çok kişi, mutsuz evliliklerini bağırlarına basmakta ve bedellerini psikolojik/psikosomatik hastalıklarla ödemekteler. Hayatları gencecik yaşlardan itibaren bir ömür için ipotek altına alınmış bu kişilerin evliliklerine yönelik süreçler ve zorluklar başlı başına ayrı bir yazı konusu olarak ele alınabilir. Bu yazımda, isteyerek yapılan evliliklerde gidişatı belirleyen faktörlere değinmeye çalışacağım.

iki insanında ayrı ayrı geçmişinden getirdiği kendine ait bir donanımı, öyküsü vardır. İki kişinin yaşamlarını beraber sürdürmek için çıktıkları bu yolda umulan şey, çiftlerin bu farklı özellikleriyle bir arada mutlu bir şekilde yaşamayı becerebilmesidir. Her birimiz kendi aile sistemimiz içinde biçimleniriz. Kişiler doğuşlarıyla birlikte bulundukları sistemdeki yapı ve özelliklerden etkilenerek şekillenirler. Yetiştirilme tarzıyla, aileden gelen modellemelerle, maruz kaldıklarıyla, yaşam değerleriyle ve oluşmuş kişilik özellikleriyle herkes birbirinden farklıdır. Eşlerin kişilik yapıları, yaşam değerleri, inançları, büyüdükleri topluma ait özellikler, beklentiler, umutlar, geriden getirdikleri, yaşam tecrübeleri, cinsiyete yükledikleri anlamlar, ekonomik ve kültürel koşullar ve daha bir çok faktör evlilik yaşamının belirleyici faktörlerindendir. Tam da bu nedenlerden ötürü her ilişki kendi içinde biriciktir ve onu diğer ilişkilere göre değil de kendi içinde değerlendirmek gerekir. Yani her aileyi ayrı bir sistem olarak ele almak ve bu sistemin içinde olup biteni de yani süreci de o aile açısından değerlendirmek sağlıklı olandır.

İlişkilerde iki ayrı kişinin bir araya gelmesiyle ortaya bambaşka bir üçüncü şey çıkar. Bu da ilişkinin dinamiğidir ki, buna ilişkinin içeriği, süreci de denilebilir. Çiftlerin her birinin kendine has biricik bir yapısı vardır. Çok benzeyen tarafları olsa da hiç kimse her acıdan diğerinin aynı değildir. Ne demek istediğimi sizlere bir renk sembolü ile anlatayım. Çiftlerden birinin sembolik olarak sarı renkte olduğunu düşünelim. Diğeri ise mavi renkte olsun. Sari ile mavi bir arada olduklarında ortaya çıkan renk yeşil olur. Evlilikte de bu iki kişinin ilişkisinden otaya çıkan dinamik de, sarı ve mavinin birleşiminden ortaya çıkan üçüncü bir renk olan yeşil olacaktır. İki tarafın katkısı ile oluşan bu renk artık ne sarıdır ne de mavi. Ayrı üçüncü bir renk oluşmuştur. Ancak yeni oluşan bu üçüncü rengin yani yeşilin içinde sarı da vardır, mavi de. Dolayısıyla ikisinin de etkileşimi ile bu sonuç ortaya çıkmıştır. Çift terapistleri tam da bu ilişki dinamiğini çalışırlar. Kişilere olaylara hakemlik yapmazlar. İlişkideki tekrarlayan döngüleri, tıkanıkları, çatışmaları, iletişim sorunları vb. şeyleri çalışırlar

İlişkiler bir dans gibidir. Evlilik dansını yaparken, çiftlerin birbirini ne kadar iyi kavrayabildiği, karşılıklı duygular, ihtiyaçlara karşı duyarlılık, açıklık ve adımlardaki ahenk ile beraber sorunlarla baş edebilme gibi faktörler evlilik dansının belirleyicileridir.

Sağlıklı bir ilişki için sağlıklı bir iletişim gereklidir; Hem kendini ifade eden, hem de karsısındakini dinleyip anlamaya çalışan, yani karşılıklı konuşma ve dinlemenin olduğu etkili bir iletişim biçimi olmazsa olmazlardandır. Tabi buradaki sağlıklı iletişimden kasıt, hem sözel hem de sözsüz (beden dili) iletişimdir.

Askta, es seçimlerimizde ve evlilik sürecinde sadece bilincimiz değil, bilinçaltımız ve geriden getirdiğimiz kayıtlarımız da devrededir; Doğduğunuz büyüdüğünüz evde maruz kaldığınız (ya da bazen eksikliğini yaşadığınız) bir erkek ve bir kadın modeli vardır. Anne yada baba ile, ya da yoksa onun rolünü yürüten kişiler (abla, teyze, hala, abi, dayı amca vb. olabilir) ile yaşadığınız ya da yaşayamadığınız ilişki biçimi ve süreçleri ile içimizde bize ait şeyler oluşur. Çocuklukta ailede yaşanılanlar (örneğin sevgisiz bir ortam, ilgi görememe vb.) ya da yaşanılamayanlar (örneğin baba eksikliği ya da bağ kurmayan soğuk anne vb.) sanki bir kameraya alır gibi kişide kaydolur. Sonrasında büyüdüğümüz aileden aldığımız, öğrenilen bu kayıtlar kişinin kendi güncel ilişkisinde tekrar ortaya çıkar. Bir örnek verelim; Bir çocuk sürekli anne babası arasında kavgaya maruz kalarak büyümüşse, kendi ilişkisinde/evliliğinde çatışmalardan kaçınan, çatışma olmasın diye kendini ve ihtiyaçlarını ortaya koyamayan, aşırı kabul edici, uyumlu bir tavır sergileyen birisi olabilir. Ya da ebeveyninde gördüğü, sürekli maruz kaldığı kavgalar nedeniyle, öğrendiğini kendi yaşamında da aynen ortaya koyabilir. Çünkü öğrendiği, bildiği tutum budur ve diğerini deneyimlememiştir. Bu iki durumda da, ister çatışmadan kaçındığı için kendini ortaya koyamayan, geçiştiren ya da yok sayan kişi, ister ilişkilerini kavgalarla sürdürmeye çalışan kişi, sağlıklı olmayan bir ilişki tutumuna sahiptir.

Kişinin içinde büyüdüğü ailede yaşadıkları rahatsız edici de olsa, kendi güvenli alanı olan çekirdek ailesinin içinde bunu yaşayarak büyüdüğünden, o tutumun içinde olmaya alışmıştır. Bu nedenle alışık olduğu şeyi seçme ve aynısını yapma yani olanı tekrarlama paterni söz konusu olabilir. Kişiler partner seçimlerinde de bu süreçlerden etkilenerek secim yaparlar. Hatta bu askta da belirleyici bir durumdur. Nasıl mi? Hadi bir kaç değişik örnekle buna bir bakalım; Örneğin bir kız çocuğunun şiddet ortamına maruz kalarak değer verilmeden, ilgilenilmeden büyümesiyle, aşık olduğu ya da eş olarak seçtiği kişinin yine ayni şeyleri kendisine yaşatacak bir partner olması gibi. Ya da anne yokluğu yasayan bir erkeğin çocuklu bir bayan ile ya da yaşı oldukça daha büyük bir bayanla birlikteliği gibi. Ya da narsistik özelikleri olan bir erkeğin kaçıngan ya da bağımlı yapıda birisini eş olarak seçmesi gibi. Bu örnekler çoğaltılabilir ve ardında önemli dinamikler vardır.

Eğer ilişkilerimizde/evliliklerimizde hep tekrar eden benzer döngülerimiz varsa, burada kendimize dönüp bakmalı ve bizde tekrar tekrar ortaya çıkan benzer döngülerimizin sebebini araştırmalıyız. Geçmişte yaşadığımız ilişkimizin dinamiğine sebep olan bize ait şeyler sağlıklı şekilde değiştirilmedikçe, bize ait olan bu şeyler bir başka ilişki yaşadığımızda tekrar önümüze gelir. Bir anlamda hallolmamış meselelerimiz sonraki ilişkiye de bulaşır. Nereye gidersek gidelim, hayatımızdaki seçimlerimiz, tutumlarımız ve değerlendirmelerimiz bizimle birliktedir ve ilişki hattındaki şeyleri belirlemede yani ilişki dansının nasıl yapıldığında önemli rol oynar. Örneğin; Bir kişi ilk ilişkisinde çatışmalardan kaçınma davranışıyla ilişkisinde olumsuz bir noktaya geldi ve ayrılık yaşadıysa, bu sorununu fark edip halletmediği sürece yaşayacağı yeni ilişkisinde de ayni şekilde davranacağı için yine benzer sorunları/ dinamikleri yaşayacaktır. Bu kişi bilinçli olarak ilişkide insanın kendi düşüncelerini ortaya koymasının gerekliliğini çok net bir bicimde biliyor olabilir. Bunu bilmesine rağmen, bilinçaltındaki sürekli çatışmalardan kaçınması gerektiğine yönelik korkusu, yanlış modellemeleri veya bir çok başka dinamikler nedeniyle, aile içi ufak bir gerginlik olasılığında bile, konuyu geçiştirme, aşırı uyumlu bir tutum sergileme, susma, boyun eğme, durumu yok sayma, kendisine uygun olmayan şeyler de olsa kabul etme, kendi ihtiyaçlarını geri plana atma ya da farklı bir fikir ile karşılaşınca kendi düşüncesinde kararlı kalamama gibi değişik tarzda tutumları sergileyebilir. Tekrar tekrar benzer ilişki sorunlarının içine düşebilir.

İlişkideki süreçten iki tarafta sorumludur. Topu sadece tek tarafa atamayız: Bunu açıklayabilmek için yukardaki susan/kaçıngan yaklaşım gösteren eş ile diğer partnerin tutumlarına yönelik olabilecek iki değişik örnek üzerinden ilerleyelim; Verilebilecek bir örnek; taraflardan biri kendini ortaya koyamadığı /aşırı uyumlu olduğu için, diğer taraftaki onu yok saymaya başlayabilir. Ya da kendi patolojik davranışını (ör; agresif olmak, fikrini almadan esini yok saymak, şiddet, hükmetmek vb.,) ortaya koyabilir. Esinin bu tutumunu gören diğer partner de gittikçe daha da kaçınan, susan hale gelir. Zamanla gittikçe artan bir sarmal döngü oluşur. Kendini ortaya koyamadan gecen uzun yıllar içinde, kişinin yakın ilişkilerinde ele alınmamış, konuşulmamış konuları zamanla kartopu gibi büyür. Hatta tam da çatışmaya sebebiyet verecek ana konu bu olur ve çocukluktaki süreç bir anlamda tekrar eder. Bir taraftan büyüdüğü evdeki ebeveyni gibi olmamak ister ama diğer taraftan tamda ayni davranışları ortaya koyduğu tekrarlayıcı döngüsü ortaya çıkar. Bu nedenle evliliklerde davranışlarımızla, tutumlarımızla çocuklarımıza neler veriyoruz/ neler öğretiyoruz ve onlar yetişkin olduklarında bizlerden miras aldıkları hangi davranış ve tutumları kendi ilişkisinde yasayacaklar soruları her anne babanın kendine ve ilişkisine bakarak değerlendirmesi gereken bir konudur. Örneğin alkol bağımlısı bir eş ile yaşayıp onun şiddetine maruz kalan bir anne, çocukları babasız kalmasın diye evliliğine devam ederken, diğer taraftan kız çocuğuna kurban rolünde olmayı, susmayı, zarar görse de bir ilişkide kalma zorunluluğunu, vb. bir çok şeyi de beraberinde öğretmektedir. Hatta erkek çocuğuna da aile içinde ötekine/eşine zarar verebilirsin, buna göz yumulur seklinde bir yasam biçimini de öğretiyor olabilir.

Yukardaki örneğimize alternatif başka bir örnek verelim; Bu evlilikte eslerden biri çatışmalardan kaçan bir tutum sergilediğinde, diğeri güvenli ve kendini ifade eden bir yapıdaysa, o zaman güvenli taraf bu konuyu ele almak ister. Esi kaçınıyorsa bile, güvenli olan eş duygu ve düşüncelerini ortaya koyması için ona destek olmaya, yüreklendirmeye ya da teşvik etmeye çalışır. Bunu da kendi düşüncelerini, duygularını , ihtiyaçlarını ortaya koyarak yapar. Bu durumda taraflardan diğeri de kendi durumunun farkına varabilir ve davranışsal olarak olumlu bir değişim söz konusu olabilir. Ya da profesyonel bir yardımla desteklenebilir. O zaman bu ilişkinin dinamiği de yukarda bahsedildiği gibi çıkmaz bir hale girmeyebilir.

Evlilikteki “ben” olmak mi yoksa “biz” olmak mi gereklidir? Güç savaşları işe yarar mi?; Sağlıklı olan, bireylerin “ben” (benim düşüncem, duygularım ihtiyaçlarım vb.) olmayı sağlıklı bir düzeyde ortaya koyarak “biz” olmayı yaşamaktır. Sağlıklı bir “biz” kavramı, iki eşinde sağlıklı bir “ben” kavramına sahip olmasıyla gerçekleşir. Yani sağlıklı “ben”ler bir araya gelerek sağlıklı bir “biz” oluşturabilirler. Sürekli “ben” diyen ve “biz” e yaklaşmayan kişi ile (ötekini dinlemediği yada ihtiyaçlarını yok saydığı ve söylenebilecek bir çok başka nedenlerden dolayı) ilişkide sorun olur. Ya da taraflardan biri diğerinin yörüngesinde kaybolabilir. “Biz” kavramına çok odaklanan ama “ben” olamayan eşlerde de çeşitli olumsuz süreçler yaşanabilir. Örneğin; diğer eş boğulduğunu hissedebilir ya da ilişki monotonlaşmaya başlayabilir. Evlilikte sürekli bir güç savaşı yapmak yerine beraberce çözüm üretmek ve paylaşmak sağlıklı olandır. Bu da sağlıklı bir şekilde “ben”liklerini ortaya koyan ama diğerinin “ben”ligine de saygı duyarak sağlıklı bir “biz” oluşturan çiftlerde olur. Evlilikte çiftler hayat arkadaşı olarak yaşamlarında beraber yürümeyi kabul etmiş iki kişi olduklarına göre, paylaşarak bu yolu yürümek, yaşam içinde oluşan sorunları beraberce çözebilmek daha doyum alınan bir ilişki yaratır.

Evlilikte cinselliğin önemi; Evlilikteki ana damarlardan biri cinselliktir. Cinsellikteki karşılıklı bir uyum ve doyum ilişkinin yakıtı olacaktır. Eğer cinsellikte bazı sorunlar yaşanıyorsa, çiftler sorunu kendileri çözemiyorlarsa, bunun bir uzman yardımı ile ele alınması oldukça önemlidir.

Çocuk olursa evlilikler düzelir mi? Halk arasında çok yanlış inanışlardan birisi de “Çocuk olursa evlilikleri düzelir” seklindedir. Çocuk evlilikleri düzeltmez, sadece var olan durumu daha da belirginleştirir. Yani eşler birbirleriyle hangi sorunları yada tekrarlayan davranış kalıplarını/döngülerini yaşıyorlarsa, çocuğun dünyaya gelmesi ile sihirli değnek değmiş gibi bu durum kendiliğinden ve birdenbire düzelmez. Bebek dünyaya geldiğinde bireylerin yeni bir kimliği daha olur; Anne ya da baba olurlar. Bu rolün gerektirdiği ki yaşamdaki en önemli rollerden biridir, fiziksel, sosyal, duygusal bir sürü yeni süreçler yaşanır. Yaşamlarının çok önemli bir bölümünü doğal olarak kaplayan ve çok emek isteyen bu yeni durum ile birlikte ilişkilerinde ayni tutumlar/döngüler devam ederken eski sıkıntılı süreçlerin daha da belirgin bir şekilde yaşanması mümkün olur. Sanırım bir çok ailenin düşebileceği tuzak, anne/ baba rolünü baş tacı yaparken eş ve kadın/erkek rolünün göz ardı edilmesi yada çok geri plana itilmesidir.

Bazı evliliklerde taraflardan birinin ağır patolojik rahatsızlıkları olabilir. Örneğin; Kumar, alkol, psikiyatrik hastalıklar, ağır fiziksel rahatsızlıklar vb. Bu durum genellikle çiftlerin kendi baslarına çözemedikleri, ama tam da ilişkinin ortasında önemli bir konu olarak süregelip duran ve ilişkiyi zarara/sıkıntıya sokan bir faktördür. Böyle durumlarda mutlaka bir uzman yardımına ihtiyaç olmaktadır.

Evlilik tek bir tarafın çabası ile yürür mü? Yani evlilik dansı tek kişi ile yürütülür mü? Sağlıklı bir evlilik sürecinin iki kişinin çabası, ritmi ve ahengi içinde gitmesi beklenir. Danstaki her bireyin kendi adımlarını ortaya koyması bütün yükü sadece bir kişiye bırakmaması önemlidir. Kişi tek başına ikili bir dansı en fazla ne kadar götürebilir? Tüm yaşam için bu mümkün müdür? Bunun sonuçları/bedelleri ne olur? Bunu tercih etme sebepleri nedir? Bunlar tek tek cevaplanması gereken sorulardır. Çünkü sağlıklı mutlu bir ilişki biçiminde beklenilen ortak bir cabadır. İlişki sürecinde bir alış- veriş vardır. Sadece almak ama vermemek, ya da sadece vermek ama almamak sağlıklı bir süreç yaratmayacaktır. Tabi ki ilişkinin ritmine göre alışlar ve verişler değişkenlik içinde olabilir.

Evliliklerde bağlılık mi bağımlılık mi? İlişkilerde ve evliliklerde sağlıklı olan bağlılıktır. Bağımlılık diğer bağımlılıklar gibi sağlıklı olmayan bir durumdur. Bir insanın yetişkinlik döneminde diğerine bağımlı kalmadan bir birey olarak yaşamını sağlıklı bir şekilde yürütüyor olmasını bekleriz. Böyle olunca kurulan ilişkilerde de/evliliklerde de kişinin kendini ve ihtiyaçlarını ortaya koyması söz konusu olur ve beklenen de budur. Ancak kişi bir diğerine yaslanarak yada ancak bir diğerinin varlığıyla yaşamını sürdürebilir bir bireyse, o zaman orada sağlıklı olmayan bir ilişki dinamiği gelişebilir.

İlişki emek ister. Her çift eş rolüne gereken emeği vermeli: Yaşamda bir çok rolümüz var. Ama rollerimizden bazılarını sürekli ihmal ederken bazılarını abartıyorsak burada ters giden bir şey var. Örneğin; sürekli evlat rolünde kalmak ve es rolüne geçememek. Ya da iş hayatındaki çalışan rolünün veyahut ta arkadaş rolünün her zaman çok aktif olması ama eş rolünün çok sığ kalması gibi.

Evlilikte sınırlar önemlidir: Eşler kendi mahrem ve yaşam alanlarına sahip çıkarken, hem birbirlerinin alanına saygı duymalı, hem de başkaları ile kendi ailesi arasında gerektiğinde sınırlarını çizebilmeli ve hayır kelimesini sağlıklı bir şekilde söyleyebilmelidirler. Örneğin; kayınvalide/kayınpeder, gelin/damat ilişkilerinde yaşanan sorunlar. Evlat rolü ile eş rolü arasında salınan ve sağlıklı aile sınırlarını çizemeyenler evlilik içinde sorunlar yaşarlar. Çiftler kendilerine bakmalılar, acaba ben sınırlarımı net bir şekilde ortaya koyabiliyor muyum? Hayır diyemeyen birisi miyim? Ne denirse, ne istenirse kendi ihtiyaçlarımı hiçe sayarak, bana ya da aileme zarar verecekse bile, hemen isteneni mi yapıyorum? Sınırlar insana sağlıklı bir alan yaratır. Bunu anlatmak için bir örnek vereyim. Düşünün ki, 5 odalı bir eviniz var ama evinizin hiç bir odasında ve hatta evinizin girişinde kapı yok. O eve cani isteyen istediği gibi girer, çıkar ve istedi şeyi yapar değil mi? Sinir koymak bu yüzden koruyucudur da. Tabi burada bahsedilen bütün kapıları kapalı iletişime girilmeyen, yalnızlaşmış ilişkiler değil.

İlişkiler söz konusu olunca konuşulacak daha çok şey var. Ancak ilişkinizde uzun süreden beri devam eden ve hallolmayan sorunlarınız varsa, kendinizi mutsuz/ çaresiz hissediyorsanız, bir türlü bir çözüm bulamıyor ve işin içinden çıkamıyorsanız, aile/çift terapisi için bir uzman yardımına başvurmalısınız. Bir çift terapisti sizi sağlıklı ve doyumlu bir evlilik için yönlendirecektir. Ya da evliliğinizin durumu hakkındaki gerçekçi fotoğrafı görmenize yardımcı olacak ve gerekli destekleri sunacaktır.

Zülfiye Kaya
Uzm. Dan. Psikolog
Kognitif ve Davranış Terapisti